
Odaya şimdiye kadar hiç tanımadığım yabancı bir akşam giriyor
Güzel günler dilerim Sevgili Meyus Okur.
Bugün penceremden doğan yeni günün üzerine sis çökmüş durumda. Yani tam da kitabın iç dünyasına uygun bir hava durumu ile yazıma başlıyorum.
Öncelikle Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndaki ana karakterimiz, on beş yaşındaki delikanlının Peyami Safa’nın ta kendisi olduğunu söylemek isterim. Peyami Safa, küçükken geçirdiği kemik hastalığı ve çektiği acıları bu kitapta bizlere anlatmış, adeta içini dökmüş.
Ana karakterimiz bacağında hastalık olan ve kendini bildiğinden beri bu yüzden acı çeken genç bir delikanlı. Kitap bir hastanede muayene için sıra beklerken, etrafındaki diğer hastaları tahlil etmesiyle başlıyor zaten. Hasta gencimizin psikolojisi bozuktur. İnsanların ona bakarken gözlerinde gördüğü şeyden hoşlanmaz. Hatta doktorun ona söylediği hiçbir şeye uymaz ve etrafındakilere de hastalığının ciddiyeti hakkında hiçbir şey söylemediği gibi yakın zamanda tamamen iyileşeceğini söyler.
Hikayenin geçtiği zaman dilimi 1915 yılının İstanbul’u. Birinci Dünya Savaşı sırasında fakir bir mahallede annesiyle yaşayan bu delikanlı uzaktan akrabası olan Paşa’nın Erenköy’deki köşküne gider. Paşa, karısı ve tek kızı olan Nüzhet ile yaşamaktadır. Bu aile o sıralarda Türk milletinin içine düştüğü Batı hayranlığının basit bir tasviridir aslında. Delikanlının umutsuzca aşık olduğu kendisinden dört yaş büyük Nüzhet karakteri ise fazlasıyla sığ geldi bana. Nitekim Peyami Safa’nın bu kitapta anlatmak istediği bir aşk hikayesi değil ölmekten de yaşamaktan da korkan bir gencin hikayesi.
İşte şimdi anladım… Ah, küçük aşifte!
Nüzhet bana yalan söyledi.
Köşkte Nüzhet ile geçirdiği kısacık zaman diliminde kalbi kırılan genç, evine döndüğünde şiddetli bacak ağrısına daha fazla dayanamaz ve acilen hastaneye götürülür. Neredeyse her doktorun ona söylediği tek şey bacağının kesilmesi gerektiğidir. Hasta genç bunu kabullenemez. Bir bacağın yokluğunda nasıl yaşayabileceğini tahayyül edemez. En sonunda bir cerrah bu bacağı çok acılı ve sancılı bir süreç sonucunda kurtarabileceğini söyleyince elbette hastaneye yatmayı kabul eder.
Istırabın derinlerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kalmadığı için, yeni bir sevinç başlıyor
Istırabın ilacı ıstırabtır.
Yaşadığı korkuları somut kavramlarla betimleyen yazarın aylar boyunca dokuzuncu hariciye koğuşunda, tek başına, kırmızı muşambalı odasında kalırken hissettiği her şeyi siz de okurken derinlemesine düşünüyorsunuz. Kendisinin de dediği gibi; başından büyük bir hastalık geçmemiş, ölümü beklememiş kimse, hayatı anladığını iddia etmesin Sevgili Meyus Okur. Peyami Safa, bu bekleyişi, bu acıyı, bu travmayı çok güzel anlatmış. Ben kitabı okurken, Stefan Zweig’ın Korku kitabı geldi aklıma. İkisi de korku duygusunu çok farklı açılardan inceleyip başarılı betimlemelerle okuyucusunun zihnini deşmeyi başaran yazarlar.
Ben kitabı okurken zevk aldım. Hatta yer yer çok güldüğüm kısımlar da oldu. Size de tavsiye ederim. Türk Edebiyatının kıymeti bilinmesi gereken eserlerinden biri Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Başka yazılarda görüşmek üzere, bizimle kalın, güzel kalın…