Kimdir?/Nedir?

Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı

Napolyon’un Mısır’ı işgali ile başlayıp Tanzimat Fermanı ile biten mesele…

Güzel günler dilerim Sevgili Meyus Okur

Osmanlı Devleti’nin en büyük iç meselelerinden, sonra da dış meselelerinden biri olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanından bahsedeceğim sizlere dilim döndüğünce. İsterseniz önce çılgın paşamızın geçmişine göz atalım.

II. Mahmut’un en büyük kabuslarından biri olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa,  1769’da Kavala(Yunanistan)’da doğmuştur. Arnavut olduğu hakkındaki söylemler gerçek değildir. Ataları Arabgir (Malatya)’den Kavala’ya göçmüştür. Çocukluğu Kavala’da geçen Mehmet Ali iş hayatına da burada atılmış önce postacılık sonra da simsarlık yapmıştır. Onsekiz yaşında askerlik hizmetine başlamış, Napolyon’un Mısır’ı işgali sırasında Kavala’dan gönderilen seçme erlerin başında Kahire’ye gelmiş böylece filmlere konu olacak kalitedeki hayatının ilk satırları yazılmaya başlamıştır.

Sizin de takdir edeceğiniz üzere bir yerde yükselmek karakterde sivrilik ister. Eh bu da bizim çılgın paşada fazlasıyla var. Mehmet Ali çalışkan, cesur, muvazeneli (dengeli) ve becerikli böylelikle kısa sürede Kahire’deki başıbozuk erlerin başkanı olmayı başarmış.

Mısır’da ise durumlar karışık. Napolyon’un Mısır’ı işgalinden öncesinde Mısır’daki Osmanlı idaresini yetersiz gören padişah, kendilerini Mısır’ın gerçek sahipleri gören Kölemen beylerini ortadan kaldırmak ister ancak İngilizler’in müdahaleleri sonucunda atılımları akim kalır. Buna karşı Kölemenler de Osmanlı’ya karşı İngilizlerden yardım istemeye başlar. Bu sırada Hüsrev Paşa Kahire valiliğine atanır ancak başıbozukları Kahire’den uzaklaştırmaya başlayınca ayaklanma çıkar ve Hüsrev Paşa kaçar yerine gönderilen yeni vali de beğenilmeyince Hüsrev Paşa göreve geri gönderilir. Bütün bu olayların arkasında Mehmet Ali’nin olduğunu öğrenen Hüsrev Paşa, onu Mısır’dan uzaklaştırmak için vezirlik rütbesiyle Cidde Valiliğini teklif ettiyse de Mehmet Ali, Hüsrev Paşa’ya karşı yine bir ayaklanma başlatır ve Bab-ı Ali bu kuvvetli şahsı Mısır valiliğine atar.

Mehmet Ali Paşa tutunması çok zor olan bu göreve atandıktan sonra kuvvetli bir idare kurmak için önce Kölemenler yardımıyla Mısır’a çıkartma yapmak isteyen İngilizleri geri püskürtür sonrasında vaktiyle Yavuz Sultan Selim’in bile yapmaya muvaffak olamadığı Kölemen ocağını yerle yeksan edip ortadan kaldırır.

Paşanın bu başarılı idaresi Bab-ı Ali içindeki devlet adamlarını rahatsız eder. Mehmet Ali, Mısır’dan uzaklaştırılmak istense dahi paşa akıllı bir hamle ile Mısır’daki ulema ve ileri gelenlerinin imzalarının bulunduğu bir yazıyı pek çok hediyelerle birlikte padişaha ve devletin ileri gelenlerine gönderince Mısır Valiliği’nde kalmaya devam eder.

1812’de Hicaz (Kutsal Topraklar)’da çıkan Vehhabi isyanını bastırmaya memur edilen Mehmet Ali, oğulları İbrahim ve Tosun paşaları Vehhabiler üzerine gönderir ve isyan kısa sürede bastırılır.

Peki Sevgili Meyus Okur bu noktada size bir soru sormak isterim. Paşa’nın gittikçe artan bu kuvvetinin kaynağı nereden geliyordu? El-cevap: Gerçekte paşanın kudreti, Mısır’da kurmaya başladığı yeni düzenden ileri geliyordu. Bu düzen bayındırlık, ziraat ve ticaret alanlarında hızla gelişmişti. Sulama kanallarını düzenlemiş, Kölemen ve vakıf topraklarına el koymuş, ziraatte ürün vergisi kabul edilmiş, tekel sistemi uygulanmış, pamuk ekimi öne çıkmış, ziraatle birlikte endüstri gelişmiş, açılan yeni fabrikalar Mısır ekonomisine yeni bir canlılık getirmişti.

Bu sıkı çalışmalar neticesinde Mısır’ın geliri hızla artmış, başlangıçta 13 bin kese olan Mısır geliri 400 bin keseye kadar yükselmiştir. Bu gelirin 12 bin kesesi İstanbul’a gönderildiği için haliyle Mısır’a da pek çok para kalıyordu. Mehmet Ali paşa bu paranın bir kısmı ile Fransız Subayların ve teknisyenlerinin yardımıyla kendisine Avrupa modelinde bir ordu ve donanma tertipledi. Avrupa’ya öğrenciler gönderdi. Mısır geniş ölçüde kalkındı. Onun zamanında Mısır’a “Doğu’nun Güneşi” denmiştir.

Mehmet Ali Paşa’nın bütün bu çalışmaları ve yardımları İslam dünyasında kendisine karşı sevgi ve saygı uyandırmıştı.

Peki neden bunca başarılı bir devlet adamı Payitaht’a çağrılıp sadrazam mührünü alamamıştır dersiniz. Çünkü Osmanlı en içte büyük bir hızla çürümeye başlamıştı. Liyakatli devlet adamlarının yükselmesi devri bitmişti. Ayrıca Başkent paşadan büyük bir rahatsızlık duyuyordu. Bunun sebebi ise kıskançlıktan başka bir şey değildi. Başarı her zaman kıskanılır zaten. Ne durumda olursan ol!

Ancak padişah ile paşa arasındaki anlaşmazlığın asıl sebebi neydi? Bilindiği üzere 1821 yılında çıkan Mora ayaklanmasında Osmanlı kuvvetleri ayaklanmayı bastırmakta yeterli olamayınca  Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’dan yardımcı kuvvet istenmiş paşa da 24 bin kişilik bir kuvvet ile Osmanlı’nın imdadına yetişmiş ancak karşılığında Girit, Mora, Trablus- Şam ile Suriye valiliklerini istemiştir. Elimde bulunan bir diğer kaynakta ise padişah bu valilikleri Mehmet Ali Paşa’ya yardım karşılığında vadetmiştir. ( Evet, tarih yazımının en büyük sıkıntılarından biri de tarafların tutumları, kişilikleri, amaçları, istekleri ve vadedilenler onu yazanlar tarafından sıklıkla değişikliğe uğrar. Bu noktada gözümüzün her daim açık olmasında fayda var derim sevgili Meyus Okur)

Devam edecek olursak isyanın bastırılması noktasında istenildiği gibi başarılı olamayan Paşa padişahın gözüne daha da çok batmaya başlamıştır. Halihazırda Mora ve Cezayir’i daha yeni kaybetmiş olan II. Mahmut, bizim çılgın paşaya sadece Girit valiliğini vermiştir. Bu esnada diğer devlet adamlarının da kışkırtmasıyla zaten –günümüz tabiri ile söylemek gerekirse- ayar olduğu paşanın ipini çekmeye karar veren II. Mahmut’un planları Mehmet Ali Paşa’nın başkentteki casusları tarafından paşanın kulağına üflenince Mehmet Ali de artık dem bu demdir diyerek göz koyduğu Şam ve Suriye valiliklerini almak üzere oğlu İbrahim’i 24 bin kişilik bir kuvvetle Akka’ya gönderir. İbrahim geze geze ilerlerken sırasıyla Filistin, Lübnan, Cidde, Suriye ve Konya’yı alıp Kütahya’ya kadar gelince bir de üstüne Osmanlı ordusunun gururunu yerle yeksan edip yenilgiden yenilgiye uğratınca, payitaht önce İngiltere ve Fransa’dan yardım ister. Ancak onlar ‘banane lan mesele sizin iç meseleniz bizi şeyim kadar ilgilendirmez’ deyince mecbur can düşmanı Rusya’dan yardım istenir. Rusya ise “üzme tatliş canını hemen gönderiyorum donanma filomu” deyip yıllardan beri hayalini kurdukları sıcak denizlerden geçe geçe İstanbul’da karaya ayak basınca Fransa ve İngiltere şiddetli baş ağrılarını kolonyalar dökerek bastırmaya çalışırken “Rusya bekleme yapma devam et” diyerek olaya müdahil olurlar. Rusya’nın Osmanlı kara sınırlarına ayak basmasından dehşete düşen siyam ikizleri İngiltere ve Fransa derhal paşanın ordularının Anadolu’yu boşaltması için baskı yapmaya başlarlar. Nihayetinde 1833’te “Kütahya Antlaşması” imzalanır. Paşa’ya Mısır ve Girit valiliklerine ek olarak Şam, oğlu İbrahim’e Cidde’ye ek olarak Adana valiliği verilir.

Lakin işin temelde yatan problemlerini çözmekten çok uzak olan antlaşmanın ömrü de haliyle pek uzun olmaz. Aradan geçen sürede Hünkar İskelesi Antlaşması, Balta Limanı Antlaşması gibi antlaşmalar ile zaten zangır zangır sallanmakta olan devletin iyice anası bellenmiş, Mehmet Ali de boş durmamış Mısır’ın tam bağımsızlığı için diplomatik hamleler yapmaya devam etmiştir.

Artık olayın ikinci kısmının başlaması için küçücük bir olayın fitillenmesi yeterlidir. Ringde yorgun ve yılgın II. Mahmut ve yıllarını Mısır’da bağımsız bir devlet olmaya adamış Kavalalı Mehmet Ali Paşa vardır. Kimsenin havlu atmaya niyetinin olmadığı ikinci roundda tarafların hiçbir olumlu cevap alamadıkları taleplerinin reddedilmesi üzerine Gaziantep’in Nizip ilçesinde ‘Nizip Savaşı’ yapılır. Dört saat gibi kısa bir sürede hıncı çıkan Osmanlı ordusu yine paşa karşısında ağır bir yenilgiye uğramış binler canından olmuş onbinler esir düşmüştür.

Bu mağlubiyetten sonra yıllarını dur durak bilmeyen devlet meseleleri ve aç köpeklerin etrafında dört döndükleri bir ortamda geçiren II. Mahmut 1839’da vefat etmiş ringe, 18 yaşındaki genç ve tecrübesiz Abdülmecid çıkmıştır.

Babasının ömrünü yiyip bitiren bu meseleyi çözüme kavuşturmak isteyen genç padişah 1840 yılında Mısır meselesini halletmek üzere toplanan Londra Konferansı’na katılmadan evvel Mustafa Reşit Paşa’nın gazıyla Tanzimat Fermanı’nı ilan ettirmiş ancak çokta şey olmamıştır yani. Neyse! Devam edelim Londra Konferansı’nda yapılan görüşmelerde Mısır; babadan oğula geçmek üzere Crazy Pasha Mehmet Ali’ye verilmiş. Güney Suriye ve Akka da kayd-ı hayat şartıyla yine Mehmet Ali’ye bırakılmış, paşa da Osmanlı’ya vergi vermeyi kabul etmiştir. Tabi arada yaşanan daha pek çok gelişme olsa da sonuç olarak İngiltere ve Fransa bir daha Rusya’nın karaya ayak basmasını istemediklerinden dolayı zamanla paşanın tüm gücünü kırmış böylece 1830’da başlayan isyan 1840’ta nihayete ermiştir.

Arada pek çok can yitip gitmiş, yine filler tepişmiş çimler ezilmiştir Sevgili Meyus Okur. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin bir valisine bile söz geçiremeyecek kadar yitik durumda olduğu ortaya çıkmış milliyetçilik adı altında ufak ufak parçaladıkları Osmanlı toprakları birer birer sömürge toprağı haline gelmeye başlamış, daha çoooook çimler ezilmeye devam etmiştir.

Bana kalırsa Mehmet Ali Paşa’nın hayatı filmlere konu olacak kadar etkileyici ve sürükleyicidir. Zekasına ve karakterine hayranlık duyduğum bir şahıstır kendisi. Bazen bazı hikayelerin kahramanı ya da kötüsü yoktur Sevgili Meyus Okur. Yaşadığı çağın bağrından kopup gelen doğal olaylar vardır sadece. Tıpkı bu hadise gibi.

Hoşça kalın, bizimle kalın, sosyal mesafeli kalın…

Yorum bırakın