
Beş asırdır anlatılmayı bekleyen hikaye: Sultan Bayezid’in Savaşı
Güzel günler dilerim Sevgili Meyus Okur
Bundan seneler evvel alıp hiç dikkatimi vermeden, hatta sayfalarını ve bölümlerini atlayarak okuyup kitaplığımın bir köşesine koyduğum Son Sefarad’a hakkını teslim etmenin vaktinin geldiğine kanaat getirdim.
Tozlu raflardan çıkarıp dikkatle okumaya başladığım bu kitap; Osmanlı Devleti’nin yükselme devrinde adından en az bahsedilen hüzünlü padişahı Sultan II. Bayezid Han devrinde yaşanan bir insanlık dramını anlatmakta bize
Yıllardan 1492’dir. İspanya’da kurulan Endülüs medeniyeti zirve dönemlerini çoktan görmüş ve parça parça olup tek tek Katolik Hristiyan krallar tarafından ele geçirilmiştir. Ayakta kalan son İslam Devleti Granada da Kastilya ve Aragon krallıkları tarafından sona erdirilmiş ve Avrupa’da yaşanan İslam dönemi bitmiştir.
Ardında bıraktığı miras ise bu medeniyetin bir araya getirdiği Müslüman, Yahudi ve Hristiyan topluluklardan teşekkül etmiş bir yaşam biçimidir- ki adı sanı batasıca Kraliçe İzabella’nın bunu devam ettirmeye hiç niyeti yoktur.
İşte kitabımız da bu noktada kendi hikayesini anlatmaya başlar. Kitabın merkezinde Sultan Bayezid ve hocası Şeyh Hamdullah, Türk casusu Davud, Yahudi David, Kemal ve Burak Reisler ve delikanlı Piri (Reis) varken arka planda Katolik Hristiyan dünyasının gittikçe zalimleşen ve akıl tutulması yaşadığını gözler önüne seren karakterler de ince ince işlenmiş.
Zalim Kraliçe İzabella İspanya’yı tamamen ele geçirdikten sonra burada yaşayan Yahudi ve Müslümanlara göz açtırmaz. Önce Yahudilerden başlar. Ya zorla vaftiz olacaklardır ya da öleceklerdir. Üçüncü bir seçenek ise İspanya’yı terk etmektir. Ancak bu sırada işkencenin dozu da artmış İspanya, Yahudi ve Müslümanlar için yaşanamaz hale gelmiştir.
Yahudi David doğup büyüdüğü bu topraklardan ayrılmak zorunda olduğunu anladığında yanında bütün Avrupa’yı karış karış gezmiş ve işinin ehli olan Türk casusu Kara Davud’u bulur. Davud maharetli, cesur, güçlü kuvvetli ve onu gören her kadının hafif bir iç çekmesine sebep olacak kadar yakışıklıdır. Ancak okyanus gibi derin mavi gözlerinde çok acı bir geçmişin izleri parlamaktadır.
Davud’un görevi ise bizzat Sultan’dan yani Koca Türk’ten aldığı emirle Yahudi David’i buradan kaçırıp Burak ve Kemal Reis’in kaptanlığında İspanya kıyılarına gelecek olan kurtarma gemilerine teslim edip İstanbul’a götürmektir- ki Sultan Bayezid 1492 yılı boyunca yaklaşık 150 bin Yahudi’yi İspanya’nın zulmünden kurtarmış ve İstanbul, Amasya, Selanik ve Safed gibi merkezlere yerleştirmiştir.
Burada anlatılan David de gerçek bir karakterdir (İstanbul’a matbaayı ilk defa o getirmiştir). Kitapta ise Kara Davud, onu ve beraberinde gelen küçük grubu, gelecek olan Türk gemilerine yetiştirmeye çalışırken, peşlerinde Yahudi avlamayı bir spor haline getirmiş Katolik şövalyeler ve gözü öfkeden kararmış kardinal aynı zamanda baş Engizitor Torquemeda ve engizisyon muhafızları vardır.
Efendim İspanya’da bu olaylar yaşanırken Sevgili Beyazıt Akman bize Amasya’da gününü gün eden akşamları içki alemlerine dalan Fatih’in oğlu genç Şehzade Bayezid’i anlatmaya başlar- ki bu kısım benim kitapta favori kısmım oldu. Çünkü Şehzade’nin gelişimini okurken satırların arasında kayboldum. Özellikle Şeyh Hamdullah’ın alemci Şehzade’yi dize getirdiği sahnelere bayıldım. Ayrıca ilk dersin mezarlıkta başlaması ve mezarlıkta geçen konuşmalar beni bir hayli etkiledi. Zamanla Şehzade Bayezid’in kendi iç dünyasını keşfetmesi ve hocasının ‘ileride bir gün Sultanlık sana nasip olursa aynı anda konuşmayı, düşünmeyi, yazmayı, bakmayı ve duymayı öğrenmelisin’ telkinleri arasında usta bir hattat ve adaletli bir Sultan olma yolunda gösterdiği çabayı okumak çok zevkliydi.
Kitap çok zengin bir içeriğe sahip. Burada hepsinden bahsetmek imkansız mesela Türk Denizciliği hususunda bize anlattıkları çok güzeldi. Denizcilik jargonu hakkında epey şey öğrendim diyebilirim. Ayrıca Piri Reis’in ‘bilim evrenseldir’ mesajı da ayrı bir hoşuma gitti. Bahsetmeden geçemeyeceğim Kemal Reis gibi paçasından karizma akan bir adamı bize tanıttığı için ayrıca sevgili yazarımıza teşekkürlerimi sunarım. (Cidden Kemal Reis! Sen adamsın!)
Son olarak engizisyonun emri ile İspanya’yı karış karış gezip buldukları her Arapça ve İbranice kitabı yakıp kül eden ve koca bir medeniyetin bıraktığı mirası yok edip bizi karanlıkta bırakan güruhun da yüzüne tükürüp sözümü bitiriyorum.
Kitap, uzun soluklu ve bolca aksiyon sahnelerinin yaşandığı başarılı bir dili ve akıcı bir hikayesi olan bir yapıttı. Ben beğenerek okudum ancak bazen, sanki yazarın çok acelesi varmış da anlatması gerekeni bir an önce anlatması gerekiyormuş gibi bir hisse kapıldım. Sanırım bu kendisinin de kabul ettiği, mükemmeliyet takıntısı olması ile alakalı bir durum. Her şeyden bahsetmeye çalışırken ortam biraz karışmış gibiydi. Ancak sonlara doğru bu durumu toparlamayı başarmış.
Bu arada bu kitabı okursanız veya okuduysanız sizlere tavsiyem İstanbul Fatih’te tam da İstanbul Üniversitesi’nin yanında yaklaşık olarak bir asırdır! restorasyonda olan ve yeni açılmış bulunan Bayezid II Camii’ni ziyaret edin ve o gönlü güzel Sultan’ın ruhuna bir fatiha okuyup (if you are a muslim of course) onu ve Şeyh Hamdullah’ı yad edin. Harflerin ve kelimelerin gücüne inanın ve bir gün tekrardan okuduğumuzu anlayıp kendi hikayelerimizi yazacak güce ve kudrete kavuşacağımıza olan inancınızı kaybetmeyin.
Bizimle kalın, hoşça kalın…
“Beyazıt Akman: Son Sefarad” için bir yorum