
“Vazgeçsem, uyusam, arafta kalmış bu bilincin yerine daha iyi, beni tanımayan birine gizlice fısıldanmış hüzünlü şeyler koysam!”
Güzel günler dilerim Sevgili Meyus Okur
Seneler evvel Tüyap Kitap Fuarı’ndan aldığım Pessoa’nın ‘Huzursuzluğun Kitabı’ adlı eserini çok büyük bir heves ve merak ile okumaya başlamıştım. Zira almadan önce bir göz attığımda, içinde kendimden çok fazla duygu ve his bulduğum birkaç cümlesini okumuştum.
Ancak kitabın tamamını okumaya başladığımda aynı duygunun devam etmemesi beni büyük hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü Pessoa’nın tek bir derdi var ve bu derdi kabaca 600 sayfa boyunca yeniden ve yeniden anlatıp durmuş. Bu dert nedir derseniz, kendi şahsi fikrim şudur ki; bu adamın derdi tanrı ile sürekli onu itham ediyor ve sürekli ona yalvarıyor gibi geldi bana. Hem ona muhtaç hem de onu insan bilincinin ortaya çıkardığını düşünüyor. Bilinçli olmak halinin ise bir hastalık olduğunu söylüyor. Yaşamaktan mutlu değil, depresif, bedeni halsiz ruhu muhtaç, düşünmekten yorgun…
“Yapayalnız olmak ne kadar da güzeldir! Kendi kendine yüksek sesle konuşabilmek, kimseyle göz göze gelmeden gezinebilmek, sandalyede kaykılıp hiçbir sesin bölmeyeceği düşlere dalabilmek!”
….
Yaşadığı hayal kırıklığını sürekli bizlere hatırlatıyor. Tanrıya kızgın! Çünkü ona ulaşamamış ve çok yalnız, tezat olan şu ki; sürekli tanrıya inanmadığını tanrıya söyleyip duruyor. Tanrıyı insanların ortaya çıkarttığını düşünüyor. Onu heyecanımızı ortaya çıkaran kelimelerin tamamlayıcısı olarak görüyor.
“Işığa aşırı yavaş bir sarılık hakim olmuştu, kirli, soluk bir sarı. Varlıkların arasındaki boşluklar büyümüştü ve yeni bir düzene göre dizilmiş olan sesler gelişigüzel çınlayıp duruyordu.”
….
Pessoa, sonunda her şeyi kaybedeceğini biliyor ve bu yüzden sahip olmak ona acı veriyor. İnsanlığın içi boş bir kavram olduğunu düşünüyor. Yine de ona dair ne varsa hepsini derinlemesine hissediyor ve yaşıyor.
Okuyucusu ile arasına Bernardo karakterini koymuş ancak Bernardo işe gidip gelen bir adamdan ibaret. Düşünen, acı çeken ve sürünen kişi Pessoa’nın kendisi.
“Bir limana çıkmamak dendi mi, çıkılacak liman kalmaz. Asla varamamak, asla varamamak demektir.”
….
Kitabı okurken bir müddet sonra çok sıkıldım ve maalesef kitabı yarım bıraktım Sevgili Meyus Okur. Çünkü bu kitabın bir konusu yok. Bir adamın çıldırması diyebiliriz bu kitaba. Derdinin ne olduğunu anlayınca da gerisini okuma heyecanımı kaybettim diyebilirim.
Okuduğum kısma kadar ki gözlemlerimdi bunlar sadece. Sizler bu eser hakkında ne düşünüyorsunuz? Tamamını okumayı başarabilen var mı?
Bizimle kalın, hoşça kalın…