
Yakın dönem İran Tarihine bir çocuğun gözünden bakmak…
Güzel günler dilerim Sevgili Meyus Okur
İran, tarihi ve coğrafyası ile her zaman ilgimi çeken bir konu olmuştur. Ancak Persepolis ile ilgili yorum yapıp yapmamak arasında çok kararsız kaldığımı da itiraf etmem gerek. Öncelikle İran’da yaşanan devrimler ve savaşlar ülke insanının milli hafızasında derin izler bırakmış, yaşantılarını, kültürlerini, inançlarını derinden sarsmıştır.
Persepolis de işte tam bu karmaşık olayların yaşandığı, bölgede Amerikan istihbaratının cirit attığı bir vakitte bir kız çocuğunun gözünden yaşananları aktarıyor.
Marjane Satrapi; kendi yaşam hikayesini anlattığı bu kitapta çocukluğundan yetişkinliğine İran’ı terk edip Fransa’ya yerleştiği vakte kadar ülkesinde olup bitenleri ve bunların insanlar üzerindeki etkilerini anlatmaya çalışmış.
Kendisini cesaretinden dolayı tebrik etmek gerekse de bazı noktalarda çok rahatsız olduğumu da belirtmem gerek. Satrapi’nin içine doğduğu aile, eğitimli ve batılı görüşleri benimsemiş, açık bir aile. Bu yüzden kendisi de bu görüşler çerçevesinde yetiştirilmiş ve bana kalırsa vatandaşı olduğunu ülkenin bütün insanlarını, tüm değerlerini tam olarak tanıyamamış ve benimseyememiş biri.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki; kendisinin herhangi bir dine karşı herhangi bir meyli yok. Benim anladığım kadarıyla kendisi inançsız. Yine de batı dünyasına ‘aslında İranlılar böyle insanlar değil, biz de yaşamasını, eğlenmesini, içmesini ve sevişmesini iyi biliriz,’ mesajını vermeye çalışırken yaşanılan bütün her şeyin sorumlusunun İslam dini olduğu gibi bir yargıya varmış ya da bu kitabı okuyan Avrupa’lı bir insanın varacağı yargı bu! demek daha doğru olur.
Hâlbuki suç İslam’da değil onu anlamayan ve bir türlü anlamak istemeyen biz geri zekâlı insanlarda!
Bir de kendini batı kültürüne adamış hatta adeta bir ilahmış gibi Avrupa’ya tapan sözde aydın geçinen Orta Doğu kökenli insanların her fırsatta alkolden, zinadan dem vurmasını bir türlü anlayabilmiş değilim. Sanki Avrupa medeniyetine erişmenin kutsal iki basamağı varmış ve bunların ilki içmek ikincisi de önüne gelenle sevişmekmiş gibi kendisini, var olma amacını, hatta tüm ömrünü içine girmek istediği zümreye kanıtlamak isteyen Orta Doğu insanının girdiği kimlik kargaşasının acısını hepimiz çekiyoruz.
Üstelik İran, Irak, Türkiye, Suriye, Pakistan gibi ülkelerde kaymak tabaka diye tabir ettiğimiz azınlık bir grubun varlığını da inkâr edemeyiz. Onlar nerelerde midir Sevgili Meyus Okur? İzlediğimiz televizyon dizilerinde, gizlice verdikleri partilerde her türlü ahlaksızlığın yaşandığı milyar dolarlık saraylarında, her yılbaşında herhangi bir Hristiyan’dan önce koşa koşa gidip çam ağacını süsleyen hindisini dolduran bu özenti tipler işte bizim; yani bir ülkeyi oluşturan esas omurga nüfusun cahil, bağnaz, barbar olduğuna karar veriyor. Ve bizi de dışarıya böyle anlatıyor.
Satrapi de işte bu kaymak tabakadan biri. Elbette abarttığımı hatta saçmaladığımı düşünenler olacaktır. Saygı duyarım. Ancak kitabın bende uyandırdığı izlenim buydu. Aklıma getirdikleri buydu. Yoksa hiçbir zümre bir başka topluma zorla bir din, bir yaşantı biçimi dayatamaz. En başta İslam’ın öğretisine aykırıdır bu. Ancak insanların ısrarla anlamadıkları şey şu: Birileri yıllar önce İslam’ı günah keçisi ilan etti ve hala daha böyle devam ediyor. Üzüldüğüm, isyan ettiğim şey bu. İslam, hayatı; hakkını vererek yaşamanın tek yoludur. Keşke biz Müslümanlar da inandığımız dini savunacak, anlatacak kadar cesur olabilseydik de kimse zorla başını kapatmak, okulundan ayrılmak ya da ülkesini terk etmek zorunda kalmasaydı.
Ya da ülkemde olduğu gibi kimse okula ya da herhangi bir resmi kuruluşa girebilmek için tesettürünü bozmak zorunda bırakılmasaydı, namaz kılmıyorum diye yalan söylemek zorunda bırakılmasaydı, İslam’ı anlattığı için tutuklanmasaydı.
Bizimle kalın, hoşça kalın…