Aşk, C-Ç, charlotte bronte, E, Epsilon Yayınevi, roman

Charlotte Bronte: Jane Eyre

Hiç istememiştim onu sevmeyi, yüreğimdeki aşk tohumlarını görür görmez söküp atmak için çok çalıştım…

Güzel günler dilerim Sevgili Meyus Okur

Jane Eyre benim uzun zaman önce okuyup çocuk kafamda neler olduğunu çok da anlamadan bitirip bir köşeye koyduğum kitaplardandı. Kitaplığımı düzenlerken tekrar gözüme çarpınca bir kere daha okumam gerektiğini fark ettim.

Kitap İngiltere’de geçiyor. Zannediyorum ki 1800’lerde bir zaman diliminde, (Viktorya Dönemi) Britanya’nın kuş uçmaz kervan geçmez bölgelerinden birinde soylu bir adamın kızına mürebbiyelik yapmak üzere yola çıkan Jane Eyre, 10 yaşında anne babasını kaybetmiş ve çocukluğu; yengesinin, kuzenlerinin zorbalıkları ve hakaretlerine katlanarak geçmiş, gönderildiği kız okulunda türlü çeşit travmalar yaşamış, güçlü, sağlam ve ne olursa olsun kendinden, kişiliğinden taviz vermeyen bir kadındır.

Yaşadığı toplumdaki sınıf ayrımını ve sosyal tabakaları da anlatan Charlotte Bronte bu kitabı 1847 yılında yayımlamıştır. Tanımayanlar için ünlü Bronte bacılardan kısaca söz edelim:

Meşhur yazar ailesinin üç evladı; Anne Bronte, Emily Bronte ve Charlotte Bronte yaşadıkları dönemin katı kurallarına rağmen, kadın hakları üzerinde durdukları mütevazi yaşamları anlattıkları romanları ile ünlüdürler. Hemen hepsi genç yaşlarda vefat etmişler bu yüzden hepsi romanlarında ölüm konusunu içtenlikle işlemişlerdir.

Jane Eyre’ye geri dönecek olursak, on sene kaldığı kız okulundan ayrılıp Thornfield’ da mürebbiyelik yapmaya başlayan bu genç kadın bir süre sonra ondan statü olarak bir hayli yüksekte bulunan kendinden yaşça büyük ev sahibi Bay Rochester’a aşık olur. Bay Rochester da bu kadına tutkulu bir şekilde bağlanır diyelim.

Evlenme kararı da alırlar ancak evin içinde gizemli şekilde çıkan yangınlar ve bir görünüp bir kaybolan kadınların esrarını çözmek isteyen Jane Eyre tam da nikah günü Bay Rochester’ın evli bir adam olduğunu öğrenir. Üstelik kafayı yemiş karısını da evin kuytu köşe bir yerinde saklamaktadır.

“Eğer insanlar zalimlere ve adaletsizlere karşı hep kibar ve itaatkar olursa, kötüler kendi bildiklerini okurlar.”

Bunu öğrenen Jane Eyre karakterinin bir özelliği olarak bunu öğrenir öğrenmez Thornfield’i terk eder. Sonunda bir din adamı olan St. John ve iki kız kardeşinin yaşadığı eve kabul edilir- ki sonradan onlar da akrabası çıkıyor, işin bu kısmında tam olarak anlamadığım olaylar döndü. Mesele St. John onun amcası gibi bir şey oluyor ama yine de Jane ile evlenmek istiyordu. Neyse bütün dünyada Game Of Thrones gibi bir dizi deli gibi izlendiğine göre ben de niye açıklama yapmaya çalışıyorsam artık!

Jane Eyre’ın çile dolu yaşamına geri dönersek, yaşadığı acıları atlatmaya çalışan Jane yavaş yavaş toparlanırken St. John da ona aşık olur. Burada kendisine büyük bir miras kaldığını öğrenir ve geçmişiyle hesaplaşmak üzere ona türlü çeşit eziyetlerde bulunan yengesinin yanına geri döner. St. John’un da evlenme teklifini reddettiği için tamamen işine gücüne odaklanır ancak aklı Thornfield’da Bay Rochester’dadır.

Gel zaman git zaman Thornfield’da büyük bir yangın çıktığını öğrenip hızla geri döndüğünde Bay Rochester’ı çok kötü bir halde bulur. Konak yanmış, mal mülk ziyan olup gitmiştir. Jane Eyre, gözleri kör olan bu adama bütün sevgisini vermeye kararlıdır. Evlenirler ve mutlu mesut yaşarlar.

Evet, Jane Eyre benim okuduğum ilk aşk romanlarından olduğu için bende yeri farklıdır. Her iki seferde de severek ve keyif alarak okuduğum bu romanı herkese tavsiye ederim.

Bizimle kalın, hoşça kalın.

Yorum bırakın