Abdülmecid 23 Nisan 1823’te doğmuştur. II. Mahmut’un oğludur. 31. Osmanlı padişahıdır. Avrupalı prensler gibi terbiye edilmiştir. İnce yapılı idi. Hüznü anımsatan bir çehresi vardı. Yumuşak tabiatlı, merhametli idi. Kandan tiksinirdi…

Güzel günler dilerim Sevgili Meyus Okur
Elimizde olan portrelerden yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki; Osmanlı Padişahları arasında en nazenin, en hüzünlü ve en yakışıklısı kabul ettiğim Sultan Abdülmecid, 18 yaşında babası II. Mahmut’tan devraldığı Osmanlı tahtına geçtiğinde devletin başındaki en büyük dert, Osmanlı’nın en kaliteli kötü adamlarından biri olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa idi.
Abdülmecit tahta geçtiği ilk günlerde Paşa, Mısır kuvvetleriyle Nizip’e kadar gelmiş, donanma da Mehmet Ali Paşa’ya teslim olmuştu. Deneyimsiz padişahımız etrafındaki devlet adamlarından memnun değildi. Bu meseleyi tecrübesine güvendiği Mustafa Reşit Paşa’nın halledeceğine inanıyordu.
Mustafa Reşit Paşa ise Tanzimat Fermanı’nın arkasındaki esas isimdir. Tanzimat’ın amacı; Osmanlı Devleti’ni yenilemek, modernleştirmek eskiyen kurumları canlandırmak ve devleti demokratikleştirmektir. Bir diğer adı Gülhane Hattı-ı Hümayun olan Tanzimat Fermanı; Osmanlı sınırları içinde kalan her vatandaşın dil, din, makam, mevki ayrımı gözetmeden eşit olma esasına dayanıyordu. Bu eşitlik, bir Türk ile eşit miktarda vergi vermek anlamına da geldiği için eyaletlerde ayaklanmalar çıkmaya başladı. Doğru ya! Bir Sırp neden bir Türk ile aynı şekilde askere gitsin! Kısacası eşitlik her iki tarafın da işine gelmiyordu. Tabi bir de Fransa’ da 1848 yılında ikinci kez ilan edilen cumhuriyet ile birlikte ortaya çıkan milliyetçilik akımı da ayaklanmaların başlamasında önemli bir unsurdu.
Tanzimat’ın halk arasında ne şekilde anlaşıldığını göstermek için Abdurrahman Şeref’in anlattığı şu fıkrayı da buraya bırakıyorum;
“Galata’da Voydova Karakolunda kudemadan bir tabur ağası var imiş. Hristiyan ahali arasıra bir Müslümanı yakalayıp karakola götürür ve ‘bana gavur dedi’ diye şikayet edermiş. Tabur ağası “Ay oğul anlatamadık mı? Şimdi gavura gavur denmeyecek. Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti.” Diye suçluyu azarlar ve öğüt verirmiş.”
Fransız Devrimi’nden en çok etkilenen ülke ise şüphesiz Avusturya- Macaristan’dı. Avrupa’da çıkan isyanlar monarşi yönetimleri zora sokmuş, bu isyanlar neticesinde anayasalı devletler kurulmuştur. Macarlar 1484 yılında Avusturya İmparatoru’ndan kendilerine mahsus olmak üzere bir kabine istediler. İmparator Ferdinand önce bu isteği yerine getirse de sonra bu kabineyi etkisiz bırakmak için başına Hırvat bir başkomutan gönderdi. Macarlar bunu bir hakaret olarak görüp İmparatora karşı ayaklandılar.
O sırada İmparator Ferdinand tahtan çekildi ve yerine gelen Fransuva- Josef, Macaristan’ı ilhak ettiğini duyurdu. Macarlar bunu tanımamakla birlikte kendi cumhuriyetlerini ilan ettiler ama Rusya böyle bir şey olmasını istemediği için Avusturya İmparatoru’na 200 bin kişilik bir ordu ile yardım gönderdi. Bu ordu karşısında direnemeyen Macarlar Türk topraklarına sığındılar.
Macar mülteciler içinde Rusya’dan kaçan Lehler de (bugünkü Polonya) vardı. Fransız Devrimi’nin etkileri tüm Avrupa’yı sarsmıştı. Eflak ve Boğdan’da da (bugünkü Romanya ve Moldova) ayaklanmalar şiddetleniyordu. Bir grup Rusya’ya bağlanmak isterken bir grup Osmanlı’ya sadık kalınması gerektiğini söylüyor. Bir diğer grup da bağımsız bir devlet kurmak istiyordu. Bu ayaklanmalar neticesinde Osmanlı, Rusya’nın müdahalesi sonucu bölgede etkisini kaybetmiştir.
Öte yandan Rusya ve Avusturya, Osmanlı Devleti’ne sığınan Macar ve Leh kaçakların iadesini istiyor ve iade olmazsa yaptırım uygulamakla tehdit ediyordu. Osmanlı ‘egemen devlet’ olma anlayışının getirdiği bir duruşla devlete sığınan mültecilerin iadelerini reddediyordu. Bunun pek çok sebebi olmakla birlikte başlıca sebep Macaristan’ın bir zamanlar bir Türk eyaleti olması ve Macar milleti ile aralarında bir kan bağı olmasından kaynaklanan merhamet duygusundandı.
Gelişmeleri izleyen Fransa ve İngiltere de Osmanlı’ya destek veriyor, İngiltere ve Fransa kamuyonda Türklere hiç olmadığı kadar sempati duyuluyordu. Hatta Londra’da bulunan Türk elçisi Mazarus Paşa’nın arabasının atları sökülerek İngiliz gençleri tarafından elçilik binasına kadar taşınmıştır. Rusya ve Avusturya’ya ‘Türk’ü savunacak dostları olduğu unutulmasın!’ mesajları verilmiştir. İngiltere her ihtimale karşı 20 bin kişilik bir donanmayı Bab-ı Ali hizmetine göndermeye hazır olduğunu bildirince Rusya ve Avusturya da tehditlerini geri çekmek zorunda kalıyor.
Sonunda bir anlaşmaya varıldığında Osmanlı’ya sığınan mülteciler canlarına dokunulmaksızın isterlerse kendi ülkelerine dönmekte serbest olduklarına dair ilgili devletlerden güvence aldıktan sonra sığınmacılardan Müslüman olanlar Osmanlı Devleti’nde kalmaya devam ettiler ve devlet içerisinde önemli görevlere getirildiler. Çünkü Osmanlı’ya sığınanlar genellikle halkın eğitimli ve elit kesimindendi. Bunlar devlete önemli hizmetlerde bulundular. Hatta içlerinden biri Nazım Hikmet’in büyük dedesi Konstanti Borzecki Paşa’dır.
Sanırım Macar mülteciler meselesi Abdülmecit’in saltanatı boyunca uğraştığı en kolay meseledir. Varın gerisini siz tahmin edin. Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı, Kırım Harbi ve yurdun dört bir yanında patlak veren bağımsızlık isteğiyle çıkan isyanlar Osmanlı’nın sonunu hızlandırmıştır.
Fransız Devrimi’nden etkilenmeyen tek devlet olan Rusya ise birkaç yıl sonra Osmanlı’yı Viyana Kongresi’nde ‘hasta adam’ ilan edecek ve topraklarını paylaşmak için İngiltere’ye ittifak teklif edecekti. Sonun başlangıcı olan bu teklif ise İngiltere tarafından reddedilecekti. Ta ki Birinci Cihan Harbi’ne kadar….
Bizimle kalın, hoşça kalın.
-KAYNAKÇA-
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi V. Cilt, TTK Yayınları, 2011, Ankara.