H, hüseyin rahmi gürpınar, Klasik Edebiyat, T, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Hüseyin Rahmi Gürpınar: Efsuncu Baba

Efendim vaktinde hocam bana tevarih denilen kitaplarda çok yanlışlıklar olduğunu söylemişti. Bu yanlışlıklar kitaptan kitaba geçiyor imiş…

Güzel günler dilerim Sevgili Meyus Okur.

Okuduğum dehşet verici bir haberle başlamak istiyorum yazıma bu kez. Kastamonu’da duvara çivilenmiş halde bulunan siyah bir kedi haberi… Nasıl? Tanıdık geldi değil mi?

Ülkemizin doğu kısmında yoğunlukta olmak üzere mezarlara gömülmüş büyü muskaları, kuyruğu kesik kediler, çoğu kasabın büyü yapımında kullanılmasın diye hayvanların kürek kemiğini parçalayarak atması, dışarıdan görsen okumuş aklı başında sanacağın insanların astroloğuna danışmadan tuvalete bile gitmemesi, meditasyon, arınma, ritüel adı altında dünyanın parasını verip kendilerini karanlık bir dolaba kapattıranlar, ormanda aç susuz yatıp kalkanlar ve daha neler neler…

Ancak kitabımızın konusu bu değil. Buna benziyor ancak yukarıda yazdıklarım bugünün meselesi. Dünü yansıtan, asla değişmeyen hatta üstüne bindikçe binen meseleler.

İnanç, dünya yok olana kadar asla kaybolmayacak bir kavram. Nasıl inanırsın, neye inanırsın orasını bilemem ama mutlaka bir şeye inanırsın. İşte bu noktada karanlık zihinler ortaya çıkıyor ve inancı manipüle etmeye başlıyor. Akıl kandırılmaya müsait… Tıpkı Efsuncu Baba’nın aklı gibi…

Kendisi tılsımlara, yıldızlara, uğursuzluğa ve pek çok şeye körü körüne inanıyor. Hatta İstanbul’da bozması gereken bir tılsım var. Onun peşine düşmüş…

Hüseyin Rahmi Gürpınar kendi yaşadığı toplumu anlatırken az önce saydığım şeylere inanan insanlar için şöyle bir tanımlama kullanmış, “İlk başta akıllı sanırsın ama biraz kazıyınca hepsinin içinden birer Efsuncu Baba çıkar.”

Döneminin batıl inanışlarını, cahilliğini kendi üslubunca anlatmaya çalışan Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın kaleminin dizginlenmiş bir öfke ile satırlara dökülmüş bu hikayesinde üzerine düşünülecek pek fazla mesele var.

Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. İnancım gereği gözümle görmediğim varlıkların var olduğuna iman etmiş biri olarak bu anlatımda beni rahatsız eden bir tavır vardı. Sanki inanmak için illa gözle görmek gerekiyormuş gibi bir tavır… ancak bilirsiniz ki mesele her zaman görmekle ilgili değildir. Bir de eleştiri ile aşağılamak arasında ince bir çizgi vardır. Ben burada eleştiriden çok aşağılama sezinledim. Bir dağa tırmanıp oradan aşağıya bakmak daha doğrusu tepeden bakıp konuşmak her zaman en kolayıdır.

Hüseyin Rahmi’nin de yaptığı gibi geçmişe sövmek kolaydır ancak tam da şu anda bugünün yanılgıları için ne yapıyoruz?

Bizimle kalın, hoşça kalın…

Yorum bırakın