
“Demek istediğim, acıya karşı bağışıklık kazanmamızı sağlayacak bir yaşam tarzı olmadığını anlasak, her şey çok daha kolay olurdu. Mutluluğun doğasında acının da olduğunu.”
Güzel günler dilerim Sevgili Meyus Okur
Uzun zamandır yapmadığım bir şey yaptım ve bir kitabı tek gecede bitirdim. Bu kitabın adı ‘Gece Yarısı Kütüphanesi’ Çoğumuz gibi yazarımız Matt Haig de acaba daha farklı seçimler yapsaydık hayatımız nasıl olurdu, sorusunu sormuş, durmamış bunun bir de kitabını yazmış.
Kitabın başkarakteri Nora Seed tüm hayatı pişmanlıklarla dolu 35 yaşında bir kadın. Yolun sonuna geldiğini fark ettiğinde hayatına bir kutu ilaç ile son noktayı koymak istiyor ancak olaylar da burada başlıyor. Saatin hiç ilerlemediği bir kütüphanede kendini bulan Nora artık hayatının sonsuz ihtimallerle farklı yollara ayrıldığı, sonsuz kitabın içinde kendine en uygun hayatı aramaya başlar. Küçücük bir karar değişikliğinin, hayır yerine evet cevabının ya da sağ yerine sola dönmenin aklına bile gelmeyecek şekilde bambaşka hayatlara yol açtığı bu kütüphanede Nora yaşam çizgisinin sayısız şekilde varyasyonlarını dener ancak kendini hiçbir hayata ait hissedemez ve sonunda olduğu kişiye de yabancılaşmaya başlar.
“eyleme ne kadar yoğunlaşırsanız, diğer şeylerden o kadar uzaklaşıyordunuz. Kendiniz olmaktan kurtulup yaptığınız şeye dönüşüyordunuz.”
….
Bu arada kitapta; kuantum, çoklu evrenler teorisi ve kuantum dalga fonksiyonu gibi kavramlarla karşılaştığınızda, ilginiz veya bir fikriniz yoksa bile panik yapmayın çünkü yazarımız olayı gayet basit bir dille açıklıyor. Hatta kuantum dalga teorisi benim bir hayli ilgimi çekti diyebilirim. İnsan beyninin dünyaya dair karmaşık bilgileri sağlam bir süzgeçten geçirerek en basite indirgemesi olayını güzel açıklamıştı. Mesela onca karmaşık mekanizmasına rağmen bir araba gördüğümüzde onu en basit haliyle ‘dört tekerli araba’ olarak tanımlıyoruz.
“bir yerde uzun zaman kaldığınızda, dünyanın ne kadar büyük ve uçsuz bucaksız olduğunu unutuyordunuz… Kendi içimizdeki uçsuz bucaklığı algılayamadığımız gibi…”
….
İşte tam bu noktada yazarımız da kendi insanlığından nasibini alıyor ve Nora’nın intihar ettikten sonra kendini bulduğu gece yarısı kütüphanesini birçok havalı kavramla açıkladıktan beklentiyi yükselttikten sonra temelde, karakterin kendi zihnindeki düşüncelerin bir ürünü olduğunu ve bu sonsuz sayıdaki farklı hayatların Nora’nın kendi hesaplamasının bir sonucu olduğunu söylüyor. Yani olayı en basite indirgiyor.
Bu bana rüyalarımızda daha zeki, daha cesur veya daha korkak olduğumuz gerçeğini hatırlattı. Belki de gerçekten zihnimize doğru derinlemesine bir yolculuğa çıkarsak dünyayı algılama biçimimizin de bir hayli değiştiğini görürüz. Tıpkı Nora gibi.
“zaman içinde mutlu anlar da acıya dönüşebiliyordu.”
….
Bizimle kalın, hoşça kalın…