
Ya sahip olacak ya da sahiplenecekti, affetmek zayıflıktı… Öldür ya da öl, ye ya da yem ol, kanun buydu.
Merhabalar sevgili Meyus okuru,
Aldıktan sonra okumayı çok uzun süre ertelediğim, okuduğum zamanda buna pişman olduğum harika bir kitapla karşınızdayım.
Bazı kült kitaplar vardır. Millet yere göğe sığdıramaz ben okuduğumda yani ne oldu şimdi bunun farkı ne ya da bu ne anlatmışta ben anlamadım, sorun bende mi dediğim olur. Aynı şekilde Vahşetin Çağrısı hakkında çok övgü duydum ancak beni okumaya sevk eden şey hakkında sıralanan methiler olmadı.
Köpeğin gözünden anlatılması oldu.
Köpeğin bakış açısıyla ne yazılabilir ki?
Onu konuşturmuş mu?
Diye düşünürken bir yolculuk esnasında elime aldığım bu kitap beni İstanbul’un trafiğinden alıp Amerika’da güneyde yaşayan yediği önünde yemediği arkasında sabahtan akşama kadar keyfince tembellik yapan tek derdinin sonraki oyun saatinin ne zaman olduğu bir köpeğin yanına götürdü.
Bir köpeğin başka ne derdi olabilir ki şöyle bir düşününce? Ye, iç, yat, denk gelirsen hırsız kovala…
Buck ömrünün böyle rahat geçeceğinden eminken bir gecede ansızın hayatı alt üst oldu. Güneyin temel, uyuşuk havasının yerini kuzeyin sert ve kemiklere kadar işleyen soğuk havası aldı. Liderken diş yasasıyla arka sıralara düştü ve öğrendi.
Yere düşersen ölürsün.
“O acımasız gösteriyi her seyredişinde aldığı ders hep aklına geliyordu: Sopa kimdeyse, kanun onun elindedir.”
İnsanlar altın aramak için kuzeye giderken kızaklarını çeken köpeklerden biri olan Buck önce hayatta kalması için gereken şeyleri öğrendi. Nasıl uyuması gerektiği, nerden yemek bulması gerektiği ve nasıl dövüşmesi gerektiğini.
Bunlarla beraber sadakati, köpekler arasındaki hiyerarşiyi ve saygı duymayı öğrendi. Aynı zamanda atalarından kalan genden gene aktarılan özgürlük ve adaptasyonla gelen aidiyeti de öğrendi. Damarlarında akan yarı kurt kanı ona ne yapması gerektiğini söylüyordu. Yani derinlerde uyanan içgüdüsüne kulak vermeyi öğrendi.
“Demek gelenek buydu. Dürüstlük sökmüyordu. Bir kere yıkıldın mı, sonun geldi demekti. Öyleyse hiç yıkılmamaya bakacaktı.”
Kitap bir köpeğin evinden zorla ayrılıp başka bir yere alışmasında geçen sürede define avı için kızak köpekliği yapmasını anlatsa da okurken anlatıcının köpek olduğunu unuttuğum anlarda oldu sevgili okur.
Geçmişteki köle ticaretinde de olan bu değil miydi? Hiçbir şeyden haberi olmayan adamı başka bir yere götürüp onun orada çalışmaya zorlamak. Ne de olsa insan en hızlı adaptasyon sürecine sahip canlı ve etrafında gelişen olaylardan da çok çabuk ders çıkarabilmektedir. Eğer uyum sağlayamazsa da başına ne geleceği zaten bellidir.
Yani sevgili okur, Jack London’ın ilk okuduğum kitabı olan Vahşetin Çağrısı yapılan övgüleri bence kesinlikle hak etmektedir. Eğer belli imgelerin altına gizlemiş, anlatılmak isteneni açıkça değil de farklı yollarla ima eden tarzda kitaplardan hoşlanıyorsanız bu kitabı da seveceğinize eminim.
Kitap ile ilgili düşüncelerinizi yorum kısmında bizimle paylaşmayı unutmayın. Kendinize iyi bakın…
XOXO
Adı:Vahşetin Çağrısı
Yazar:Jack London, Levent Cinemre (Çevirmen)
Baskı tarihi:Ekim 2017
Sayfa sayısı:112
Format:Karton kapak
ISBN:9789944887632
Kitabın türü:Modern Klasikler
Orijinal adı:The Call Of The Wild
Dil:Türkçe
Ülke:Türkiye
Yayınevi:İş Bankası Kültür Yayınları
