Kimdir?/Nedir?

Nefsin Mertebeleri ve Tasavvuf

Bidayette tasavvuf sufi-i bi-can olmaya derler
Nihayette gönül tahtında sultan olmaya derler

Tarikatte ibarettir tasavvuf mahv-ı suretten
Hakikatte saray-ı sırda mihman olmaya derler
                                            ……
 Tasavvuf canı canana verip azade olmaktır
Tasavvuf can-ı canan, can-ı canan olmaya derler

                 Erzurumlu İbrahim Hakkı

Güzel günler dilerim Sevgili Meyus Okur

İtiraf etmem gerekirse bu yazıyı yazmak beni biraz geriyor Meyus Okurları. Zira tasavvuf; öyle engin bir derya ki ben ancak o deryaya elimi daldırıp size üç beş damla atabilirim o kadar! Gerisi sizin merak duygunuza ve bilmek arzunuza kalmış. Bu noktada anlaştıysak eğer başlayabiliriz.

Tasavvufla ilgili o kadar çok terim, o kadar çok tartışma ve o kadar çok bilgi mevcut ki araştırmaya başladığınız an başınız dönmeye başlıyor. Bu zavallı yazarınızın elinde ki kaynak 500 sayfacık! Haliyle saçlarım biraz elektriklendi 🙂

Sufi ve tasavvuf kelimelerinin kökeni hakkında çeşitli iddialar bulunmakla birlikte, genel olarak kelimenin kökeninin Arapça olduğu ve olmadığı konusunda iki farklı görüş var. Tasavvuf kelimesine kök olarak ileri sürülen kelimeler ise şunlardır:

-Ashab-ı Suffe (Hz. Peygamberin mescidinin bitişiğindeki ‘Suffe’ adı verilen gölgelikte vaktinin çoğunu ibadet ve ilim tahsil etmekle geçiren fakir sahabiler)

-Sufane (bir çöl bitkisi), -Safa ve safvet (duruluk, temizlik), -Saff-ı evvel (Namaz kılanların ilk safı), -Benu Sufe (kendilerini insanlara hizmete adamış, zahitçe yaşayan bir kavim), -Sufetl- kafa (ense saçı ve kıl), -Sıfat, -Sofya (Yunanca’da hakim ve bilge), -Suf (Yün).

Bu görüşler içinde en çok kabul göreni ise yün giymek anlamına gelen Suf kelimesidir.  Tasavvufun tarifi ise on grupta toplamak mümkündür:

Tasavvuf zühddür, güzel ahlaktır, kalp temizliğidir, nefis ile cihad etmektir, kitap ve sünnete sarılmaktır, teslimiyet ve rabbaniliktir, Hakk’a vuslattır, İslam’ın ruh hayatıdır, bir batın ilmidir, son olarak; havassa dair bir ledün ilmidir.

Tasavvufun gayesi, tek cümle ile ifade edilecek olursa ‘insan-ı kamil’ yetiştirmek, Müslümanları insan-ı kamil mertebesine ulaştırmaktır. İnsan-ı kamil ise, “ihsan mertebesine ulaşmış nefsini kötü özelliklerinden arıtıp güzelleştirmiş… kişidir.

Burada “ihsan” kelimesine dikkatinizi çekmek isterim sevgili okur. Çünkü tasavvufun İslam’daki yerini en güzel biçimde “Cibril Hadisi” adıyla İslam kültüründe meşhur olmuş ve hemen hemen herkes tarafından bilinen bir hadisin açılımında buluyoruz.  Ancak öncesin de “İslam” kelimesinin kökeninden bahsetmek meselenin anlaşılması açısından daha yararlı olacaktır.

“İslam” sözlükte teslim olmak, huzur bulmak gibi anlamlara gelir. Yani islam olan kimse Allah’a teslim olmuş ve bu teslimiyette huzur bulmuş demektir. Kavram olarak “İslam” ise, Allah katındaki tek dinin adıdır.  Bunu biraz açacak olursak İslam; ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (as)’den son peygamber Hz. Muhammed(sav)’e kadar, bütün peygamberler aracılığıyla gönderilmiş dinin adıdır.

Bu kısa açıklamadan sonra Cibril Hadisine geri dönelim: Hz. Peygamber(sav) bir gün sahabe ile beraber otururken yanına Cebrail (as) gelmiş ve “İman nedir?” diye sormuştur. Hz. Peygamber(as) bu soruya: “ İman; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kadere ve öldükten sonra dirilmeye inanmandır.” Şeklinde cevap vermiştir. Ardından Cebrail (as): “İslam nedir?” diye sormuştur. Hz. Peygamber(sav) bu sorunun cevabı olarak: “ İslam; Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmen, namaz kılman, oruç tutman, zekat vermen, ve hacca gitmendir.” Diye buyurur. Cebrail (as) daha sonra da “İhsan nedir, ey Allah’ın Resulü?” diye sorar. Hz. Peygamber(as) bu soruya da; “ İhsan; Allah’ı görüyormuşsun gibi ona kulluk etmendir. Zira sen onu görmesen de o seni görmektedir.” şeklinde cevap vermiştir.  (Bknz: Buhari, İman/37, Lokman Suresi Tefsiri/2; Müslim, İman/5,7)

Bu hadiste İslam’ın üç boyutu olduğunu anlıyoruz: I. İnanç Boyutu: İman, II. İbadet boyutu: İslam, III: Ruhani/deruni boyutu: İhsan. Dikkat edilecek olursa burada somuttan soyuta, zahirden batına şeklinde bir sıralama vardır.  Çünkü bir Müslümanın ibadetlerini şeklen yerine getirmesi gözle görülebilir bir şey iken kalbinde saklı olanı ancak Allah bilmektedir.  İşte burada İhsan kavramının altının doldurulması gerekmektedir. İhsan mertebesini (yani her daim Allah’ın huzurunda olduğunun bilincinde olmak) hedefleyen bir Müslümanın en önemli meziyetlerinden biri de kendini kontrol etmesi ve nefsini terbiye etmesidir. Ancak bu terbiye sürecinde ki yol (seyr-i süluk)  her Salik için aynı değildir.  Bu da tarikatlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bektaşilik, Ekberilik, Mevlevilik… vs gibi

Gelelim “nefs” kavramına. Nefis lügatte, can, benlik, ruh ve süfli duygular anlamına gelir. Tasavvufta ise kulun kötü vasıfları ile yerilen huy ve filleri kastedilir. Her nefsin bir alemi, seyri, hali, varidi, mahalli, müşahedesi, ismi ve nuru (renk) vardır.

Allah dünyayı yarattığında “Ben kimim?” diye ona sormuş; o da “Sen tek olan Allah’sın” demiş. Sonra Allah, nefsi yaratmış ve “Ben kimim?” diye sormuş. O da aynı soruyu Allah’a yönelterek “Ben kimim?” diye sormuş. Nefis bu davranışı karşısında çeşitli şekillerde cezalandırılmış; ancak yine de ıslah olmamış. Ne zamanki açlıkla terbiye edilmiş, o zaman Allah’ın birliğini ikrar etmiş ve O’na ibadet etmesi gerektiğini itiraf etmiştir.

İbnü’l Arabi nefsin yedi mertebesinden söz eder.  Bunlar; emmare, levvame, mülheme, mutmainne, razıyye, merziyye ve hakikiye’dir. Bunlardan ilk altısının Kuran’da delilleri mevcuttur. Yedincisi ise “nebevi nefis” olarak adlandırılan en yüce makamdır ki ona yükselmek mümkün değildir.

Nefs-i emmare; zorlayan, emreden, cebreden anlamındadır. Hayvani ruha en yakın nefistir. Bu nedenle cimrilik, haset, kibir, öfke, kötü ahlak, şehvet, gaflet gibi sıfatları vardır. Seyri süluk halinde ki salikin zikri “la ilahe illallah” kelimesidir. Nuru mavidir. Bu kelime küfür perdesini kaldırır ve hayvani nefsi temizler. Bu şekilde devam ederse kalp nur ve sır ile dolar.

Nefs-i levvame; kendisini yeren anlamındadır. Hayvani ruhtan bir mertebe daha uzak olduğu için emmareden daha şereflidir. Kendisini yerme, gizli riya, baş olma sevdası gibi sıfatları vardır. Salik bu makamda “Allah” isminin zikri ile meşgul olur. Nuru sarıdır. Allah zikrini kalbine indiren salik üçüncü mertebeye geçer.

Nefs-i mülheme; Allah tarafından ilham edilmiş, kalbe doğan anlamındadır. Bu nefis, levvameden daha latif ve şereflidir. Tabiatı saflık ve soğuklukta su gibidir. Cömertlik, kanaat, ilim, tevazu, sabır gibi sıfatları vardır. Bu makamda bulunanlar asla mahlukata herhangi bir itirazda bulunmazlar.  Bu makama mülheme denmesinin sebebi; nefsin kötülüklerinin ve takvasının Allah tarafından ilham edilmesidir. Bu makamdan kurtulmak ve bir üst makama yükselmek ancak şüphenin karanlığından tecelliyatın nuruna çıkaracak kamil bir yol izlemekle mümkündür. Çünkü salikin hali bu makamda zayıftır. Şeytani ve meleki havatırı birbirinden ayırt edemez. Eğer gaflete düşüp nefsinin isteklerini yerine getirirse an aşağı mertebe olan emmareye geri döner. Bu makamda “HU” isminin zikri yapılır.  Bu makam ile ilgili söylenecek daha çok şey var ancak diyebilirim ki geçmesi en zor eşiktir.

Nefs-i Mutmainne; huzur içinde olan nefs demektir. Dördüncü makamdır. Bu nefis, Muhammedi ahlak ile sıfatlanmıştır. Nuru beyazdır. Bu makamın zikri “HAK” kelimesidir. Bu makamda ki salikin konuşması dinleyene bıkkınlık vermez. Çünkü söyledikleri Cenab-ı Hakk’ın onun kalbine koyduğu eşyanın hakikatleri ve şeriatın sırlarına dair şeylerdir.

Nefs-i razıyye; ise mutmainne dairesidir. Huzur içinde olan nefis, üstün sıfatlar ile donatılmasından dolayı bu ismi almıştır. Bu makamdaki salik; herkes tarafından sevilir ve saygı duyulur ancak salik bunlara itibar etmez. Bu makamın zikri “ Hayy” ismidir. Bu makamda salik “fena” halinden “beka” haline geçer. Bunu başardığı takdirde ise altınca makama yükselir.

Nefs-i merziyye; Allah’ın razı olduğu nefistir. Bu mertebe bütün bulanıklıklardan arınmıştır. Bu makamdaki salik; Allah’a verdiği sözden dönmez, herhangi bir övgüye iltifat etmez, giyimde kuşamda, yemede içmede aşırıya gitmez. Bu makamda Salik’e büyük hilafet müjdeleri verilir. “…ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli olurum…” elbisesi giydirilir. Beşeri kötü sıfatları yok olur. Bu makamda salikin bütün varlığı içine alan bir vücudu olur. Bu halde iken vücudu bir zarar görmez. İnsanları tarikate ve şeriate davet edebilir. Ancak hakikate davet edemez.  Bu mertebede sırların keşfi için bir mürşide ihtiyaç duyulmaz. “Kayyum” ismi şerifi bu makamın zikridir. Bu zikir tamamlandığı ve siyah nur zuhur ettiği zaman yedinci mertebeye geçilir.

Nefs-i Kamile; nefis mertebelerinin en şereflisidir.  Salik, Allah’ın nurunda söndüğü için nuru yoktur. Anahtarı “Kahhar” ismidir. Bu makam, makamların en büyüğüdür. Çünkü bu makamda batıni saltanat sona erer. Mücahede ve zorluklar tamamlanır. Bu makam sahibi için Allah’ın rızasından başka bir maksat ve talep yoktur. Neye himmet etse, himmeti Allah’ın muradına uygun düşer. Bu isim ile birlikte telkin tamamlanmış olur.

Evet….Sufi’nin yolu bizim de yazımız burada bitmiştir Sevgili Meyus Okur. Açıkçası benim yazarken beynim yandı. Bir de bu yola çıkan Allah dostlarının yanan kalplerini düşünmek lazım. Bizimle kalın hoşça kalın…

KAYNAK: Editör. Kadir Özköse, Tasavvuf El Kitabı, Grafiker Yayınları.

Yorum bırakın