N, Nazan Bekiroğlu, Tarihi, Timaş Yayınları

Nar Ağacı: Nazan Bekiroğlu

Birbirine doğru akan kaynağı farklı iki nehir…

Güzel günler dilerim Sevgili Meyus Okur. Bugün sizlere hayatımı değiştiren bir kadın ve onun kitabından bahsedeceğim.

Nazan Bekiroğlu, benim için çok özeldir. Onun cümleleri çoğu zaman ruhuma işler. Nar Ağacı kitabının ise bana kattıkları ve beni çok farklı bir yola döndürmesi açısından, hayatımda çok değerli bir yeri vardır. Yazarın okuduğum ilk kitabıdır. İtiraf etmeliyim ki; ben kitabı bir aşk romanı olduğunu düşünerek almıştım. Ancak okumaya başladığım ilk andan itibaren elimden bırakamadım. Hem bir an önce bitsin hem de hiç bitmesin istedim.

Kitabı yorumlamak ne haddime ancak çok fazla detay vermeden sizin de ilginizi çekmesi umuduyla ana hatlarıyla ondan bahsedeceğim.

Hikayemizin ana karakteri Zehra ve Setterhan ikilisi…  Zehra, Trabzonlu, kanı deli akan, Karadeniz’in hırçın dalgalarından bir tanesi, İsmail adında bir de ağabeyi var. Bu iki kardeş öksüz-yetim. Onları büyükhanım (anneanne) ve Hacıbey (dede) büyütmüş. Setterhan ise Tebrizli, yiğit ve yakışıklı bir halı tüccarı.  Tüm kitap boyunca kendisinin bir Acem değil de Türk olduğunu anlatmaya çalışıyor Setterhan… güzeller güzeli Azam’a kavuşmaktan başka derdi yok diyelim.

Ancak kitabın anlatıcısı bu ikili değil. Kitabın anlatıcısı bu ikilinin torunları. Günümüzde yaşayan ve üniversite hocası olan bu torunun bir adı, bir cinsiyeti yok. Bu yüzden ona ‘Hoca’ diyeceğim.

Hocamız, dedesi Setterhan’ın hikayesini hep merak etmiş. Vatanından ayrı, kimsesiz dedesinin ince hüznü torununun da kalbine işlemiş. Ancak dedesi Setterhan, hoca 12 yaşındayken rahmetli olmuş. Hocanın da elinde dedesinin geçmişine dair mektuplar, firuze taşlı bir yüzük, birkaç Rus rublesi, bir evlenme cüzdanı ve beş tane eski zaman fotoğrafı kalmış.

Bir gün hoca bir sempozyum için Bakü’ye gittiğinde ona eşlik eden üniversite öğrencisi Yasemen’le tanışıyor. Hoca, Yasemen’i kalpten sevip ona güveniyor. Ona derdini anlatıyor. Bakü’nün en eski iç halkası; İçerişehir’in Şirvanşahlar Sarayı’nda hikayenin sessiz gölgesi, hakim bakış açısı olan Hoca; yol arkadaşı olacak Yasemen ile iki yaz üst üste önce Tebriz sonra da Tiflis ve Batum’a gitme kararı alıyor.

“Gidelim” diyorum Yasemen’e. “hiç kimsenin yurdu yok burada.”
Yasemen kibarca ekliyor, daha doğrusu düzeltiyor.
“Yurtlarından ayrı kalmamak için milletlerinden ayrılmışlar”

Ancak vaktin gelmesine daha çok vardır. Mecbur ikisi de kendi işlerine dönüyor. Bir gün Hocamız üniversitede ki odasında; elindeki eski zaman fotoğraflarından birine bakarken neredeyse herkesin hayalini kurduğu bir şey gelir başına… zaman yolculuğu yapar ve fotoğrafın çekildiği zamanın içine girer. Takvim 1 Ekim 1912’dir. Trabzon Meydanında seferberlik ilan edilmektedir. Balkan Harbi patlak vermiş, Trabzon’dan da 87. Alay toplanacaktır. Bu noktada Nazan Bekiroğlu bizden hususi bir ricada bulunuyor sanki. Biz okuyucuları 20.yy başlarına götürürken tek bir şey istiyor. Şu anki şuurumuz… çünkü ancak o zaman anlayabiliriz. Aradan geçen tek bir asırda ne çok şeyin değiştiğini…

Bu noktadan sonra hikaye Zehra ve Setterhan’ın bakış açılarından ilerliyor. Zehra 1. Cihan Harbi patlak verdiği vakit Trabzon’un Rus işgaline uğrayacağı haberi gelince İstanbul’a gidecek muhacir kafilesinin içinde bir ölüm kalım savaşı verir… yolu uzun, çekecek acısı çok kaybedeceği çok şey vardır bu güzergahta.

Setterhan’ın hikayesi ise 1 Temmuz 1916 yılında başlar. 1. Cihan Harbi’nin tam ortasında, İran; hem Ruslar tarafından hem de İngilizler tarafından kuşatılmış. Çünkü İran kıymetli.  Setterhan’ın aklında ise sadece Azam vardır.  Azam’ı sevmiştir. Kendinden emindir. Sevdasından emindir. Ancak işler beklediği gibi gitmez. Azam bir Zerdüşt’e aşık olur. Onunla birlikte kaçar. Setterhan dayanamaz bu ihanete, tüm malını, ailesini, işini hatta benliğini Tebriz’de bırakıp düşer yollara. Trabzon’a gelinceye kadar pek çok şey görür. O da anlar sonunda savaş ne imiş… Bolşevik ihtilali patlak verince Batum’dan Tebriz’e bir daha geri dönemeyecek yaralı Zehra’nın yanına doğru sürüklenecektir.

“Zehra Hatun” diye başladı Setterhan.
“Ben. Dest-i izdivacınıza talibem.”
Hem ben; Hemi aşkem hemi suzem hemi derdem hemi dağem.



İki farklı hayat. İki farklı yazgı. Nasıl bir olur, nasıl tek olur, Nazan Bekiroğlu’nun masalsı kaleminden akıp giden sayfalarda okuruz bizde. 

Ben kitabı bitirdiğimde bir aşk romanı okuyacağım diye düşünürken dünyaya bakış açım tamamen değişmişti. Tarihe olan merakımın ve sevdamın alevlendiği kitaptır Nar Ağacı… Savaşı değil de savaşın insanlarını anlatmıştır Nazan Bekiroğlu.

İmparatorlardan şahlara, dilencilerden grandüklere, idealist politik mahkumlardan adi dolandırıcılara, siyasi sürgünlerden zina suçlularına, şah katillerinden vatan hainlerine kadar binlerce yüz gördüm. Kimdir haftalardır fotoğraflarına baktığım bütün bu insanlar? bu suretler nedir? hepsi sonsuzlukta birer gölge. Ve ben ne aradım yüzlerinde?

Trabzon, Tebriz, Tiflis, Batum, Bakü, İstanbul hattında geçen gerçekten yorucu ve etkileyici bir roman. Bize böyle bir kitap miras bıraktığı için Nazan Bekiroğlu’na ne kadar teşekkür etsek az… Seni seviyorum Nazan Bekiroğlu 🙂


Kapak:Ravza Kızıltuğ
Yayın Tarihi2019-04-30
ISBN6050807073
Baskı Sayısı26. Baskı
DilTÜRKÇE
Sayfa Sayısı536
Cilt TipiKarton Kapak
Kağıt CinsiKitap Kağıdı
Boyut13.5 x 21 cm

“Nar Ağacı: Nazan Bekiroğlu” için bir yorum

  1. Geri bildirim: *Z RAPORU – MEYUS OKUR

Yorum bırakın