Hikayesi Olan Yapılar

Süleymaniye’nin İhtişamı

Güzel günler dilerim Sevgili Meyus Okur.

Süleymaniye hakkında yazılmış yüzlerce kitap, çekilmiş onlarca belgesel varken üstüne söylenecek çok söz yok aslında. Yine de Süleymaniye’ye olan hayranlığımı dile getirebilirim sanırım.

70 dönümlük bir arazi üzerine kurulan Süleymaniye Külliyesinin yapımı için toplamda 4 milyon kişi çalışmış ve günümüz lisani ile ifade etmek gerekirse neredeyse 3.5 ton ağırlığında altın harcanmıştır. Yapımı on yılda tamamlanan külliyenin içinde camii, medreseler, tıp medresesi, bimarhane, darü’z ziyafe, darü’l hadis, tabhane, Kanuni ve Hürrem’in türbeleri en mütevazi ucunda ise Mimar Sinan’ın kabri bulunmaktadır. 1550 yılında temeli atılan külliyenin yapımı on sene sürmüştür- ki bu o zamanın şartlarına göre epey kısadır.

Efendim aslında bunlar sayısal bilgiler. Bir de Süleymaniye’nin içine girip orada kaybolmak var. Şahsım adına ben Süleymaniye’nin içinde yaşayabilirim. Hem havadar, hem içinde kaybolduğumuz şu ahir zamanın tüm karmaşasına inat sessiz sakin hem de oldukça huzurlu bir yer.

Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.
Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dînin
Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsî tepeyi;


Yahya Kemal Beyatlı

İstanbul’un yedi tepesinden biri olan Süleymaniye’ye vardığımda; bastığım taşa toprağa, baktığım şu gökyüzüne çılgın boğaza kim bilir adını tarihe altın harflerle yazdırmış kaç kişi bastı, kaç kişi baktı diye geçiriyorum içimden. Ürperiyorum. Kapatıyorum gözlerimi zihinimden gereksiz bütün yapıları siliyorum ve aklımda eski İstanbul’u canlandırmaya çalışıyorum.


Öyle ta’zîb-i nigâh eyleme bedbîn olarak,
Bırak etrâfı da, karşında duran ma’bede bak:
Başka bir sâhile gehvâre-i emvâcından,
Böyle şeh-dâne çıkarmış mı yakınlarda zaman?
Ne seher-pâre-i san’at ki ezelden mahmûr…
Leb-i deryâdan uçan bir ebedî hande-i nûr!
Sanki ummân-ı bekànın ezelî bir mevci,
Yükselirken göğe donmuş da kesilmiş inci!

Dur da ma’buduna yükselmek için ilme basan

Ma’bedin halini gör, işte baştan başa iman!

Yüce dağlar gibi afaka düşerken saye,

O, bekadan daha cazip kesilen abideye

Bir nazar, zevki bediîni yeter tatmine…

Durma öyleyse uruc et, o ziya alemine

O ziya alemi bilmez ki karanlık ne demek;

O semavi yuva kirlenmedi kirlenmeyecek!



Mehmet Akif Ersoy

Dile kolay 500 yıllık bir yapıdan bahsediyoruz. Dehasına, duruşuna, azmine hayran olduğum Sinan’dan bahsediyoruz. Vaktiyle dünyanın üçte birine hükmetmiş bir cihan padişahından bahsediyoruz. İstanbul gibi dillere destan bir şehrin en değerli yapılarından biri olan külliye bizim ağzımızı açık bıraksa da Mimar Sinan için bir kalfalık eseridir ancak.

Günümüzde yaşam merkezi deyince aklımızda AVM’ler canlansa da bundan 500 sene önce hayatın merkezi Süleymaniye gibi yapılardı. İnsanlar buralarda toplanır, buralarda ibadetlerini ifa eder, buralarda eğitilir ve dünyaları hakkında buralarda bilgi sahibi olur, muhabbet ederlerdi.

Süleymaniye tüm ihtişamıyla adını aldığı padişaha yakışır azametiyle yıllara meydan okumaya devam ede dursun bizler de selfie çubuklarımız ve idrakten ve estetikten yoksun akıllarımızla boş boş buraları gezmeye devam edelim.

Neyse uzatmaya gerek yok. Diyebileceğim tek bir şey var. Eğer İstanbul’da yaşıyorsanız ve hala Süleymaniye’yi ziyaret etmediyseniz çok şey kaybediyorsunuz demektir. Şehrimizi pislik yuvası haline getirmeye çalışanlara inat onu koruyup eski ihtişamını kazandırmaya çalışanlara selam olsun.

Kendinize iyi bakın, bizimle kalın, hoşçakalın…

Yorum bırakın