Eleştiri

Londra Sosyetesi VS Batı’nın Harem Fantezisi

BİR DEĞİŞİK MESELE

Sevgili Meyus Okur Avrupa sosyetesini bilir misiniz? Her türlü entrikanın döndüğü metres tutmanın normal, evli kadınların aldatmasının zina sayıldığı bir ortamdan bahsediyorum.

Ah şu Avrupa ne ikiyüzlü değil mi? Kendilerinin oryantalist harem fantezileri hakkında bir fikriniz var mı peki? Zannediyorlar ki Harem’de bütün gün yüzü peçeli, göbeği açık karakaşlı, zeytin gözlü hatunlar gerdan kıvırıyor zevk-ü sefa içinde şerbet! içip duruyorlar.

Nitekim Hollywood’un bir Doğu Masalı temalı filmlerinde klasik bir doğu kadınını nasıl tasvir ettikleri az çok gözünüze çarpmıştır. Kendisinin herhangi bir Avrupa kadınından tek farkı yele gibi saçlarının üzerine örttüğü şeffaf bir şaldan başka bir şey değildir. Aladin, Cennetin Krallığı, Pers Prensi ve nicesinde bunun örneklerini görebilirsiniz.

Ülkemizde çekilen Muhteşem Yüzyıl serisinin yurt dışında bu kadar çok ilgi görmesinin bir sebebi de tamamen Batı’nın Harem algısına uygun bir şekilde düzenlenen senaryodan ibaret olmasıdır zaten. Avrupalı ressamların Harem tablolarının nasıl olduğu az çok gözünüzde canlanıyor değil mi?

Neyse konumuz aslında bu da değil. Ne demiştik sosyeteden bahsediyorduk. Sosyete kavramı nedir? Kelime Fransızcadır. Gelir düzeyi yüksek, kendine has kuralları olan bir topluluk diye tanımlayabiliriz.

Ülkemizde pek çok yabancı yazarın, pek çok şekilde kaleme aldığı Londra sosyetesi ise içinde en meşhur olanı sanırım. Nasıl ki batı bizim Harem Fantezisine pek bir düşkün, bizde de genellikle 1800’lerin Londra’sında geçen aşk romanları revaçta.

Başkarakterin en aşağısından Baron olduğu, düklerin, markilerin, kontların kol gezdiği bu aşk romanı dünyasında erkek karakter genellikle çapkın, aşka inanmayan, bu adam bunca zaman nerede saklanmış dedirtecek kadar yakışıklı, affınıza sığınarak söylüyorum neredeyse sıçtığı boktan bile asalet yayılan bir tip olarak betimlenirken; kadın karakterimiz ise pek bir gururlu, pek bir bilmiş, aşka inanan, saf ve tabi ki güzeller güzeli bir tip olarak betimlenir.

Sonrasında gerçek yaşamda başınıza gelmesi imkansız bir tesadüfler zinciri sonunda ne hikmetse hiç istemedikleri halde kendilerini karı koca olmuş olarak bulurlar. Devamında okurken insanda isilikler çıkartacak kadar sıkıcı yanlış anlaşılmalar silsilesi ile kitabın sayfalarını yırtıp parçalamak istersiniz.

Kitabın sonuna gelindiğinde çapkın namlı dükümüz uslanmış, karısının ürkek kükreyen kedisine dönmüştür. Kadın ise evin neşesi, Londra sosyetesinin parlayan yıldızı haline gelmiştir.

Durun biraz ya! Bu hikaye bana bir yerden tanıdık geliyor. Şimdinin Türk Edebiyatının içine düştüğü buhranların sebebi olan kitapların konusuna benzemiyor mu acaba? Yoksa ben mi işin şeyini çıkarttım bilinmez.

Ancak bizde tarihten kopuk şuursuz nesil böyle alık alık etrafına bakınmaya devam ettiği sürece ne bu kalitesiz kitap artışının önüne geçebiliriz ne de Harem Fantezisi algısını düzeltebiliriz. Milli bilinç dediğimiz şeyin yoksunluğu her alanda karşımıza çıkmaya devam ederken Sevgili Meyus Okur; ben yazımı burada bitiriyorum. Zira bugün iki gün sonra yine unutacağımız, yine vicdan mezarlığımıza gömeceğimiz bir kadın cinayetinin derin üzüntüsünü yaşamaktayım. Bugün bir kadın daha katledildi. Bugün bir çocuğun daha neşesi elinden alındı. Emine Bulut için diyecek bir şeyim yok. Ancak ülkemiz için konuşulacak, anlatılacak, dertlenilecek çok şey var. Vicdanlarımızın sesini dinlemek dileğiyle… bizimle kalın.

Yorum bırakın