anlatı, M, mevlana celaleddin rumi, P, panama yayınlar, Tarihi

Mevlana Celaleddin Rumi: Mesnevi

Gelelim Mesnevi’ye… Dediğim gibi aklım da ruhum da karmakarışık. Öyle cümleler vardı ki beni kalbimden vuran, bazen okumaya devam etmekten çekinir hale geldim. Ancak yine de devam ettim.

Elbette yazılanların hepsini anlamak çok zor. Mevlana’nın kendisinin de belirttiği gibi bu kitaptan alacaklarımız da bir nasip işi. Çünkü anlatılan hikâyeler ve yorumlamalar öyle zorlayıcı ki bazen sadece bir suret görebildim bazen de bana açılan manaların içinde kayboldum. Bazen odağımı kaybettim sadece okudum bazen hikâye su gibi aktı sebeplerin ardındaki sebepleri görebildim.

Mesnevi bir kalp haritası gibi. O haritada bir yer bir yol arayan herkesin illa ki kendinden bir şeyler bulacağından eminim.

“Ey güzel toprak, mademki dış yüzün iç yüzünle savaşta, çekişte… Kim kendisiyle savaşa girerse nihayet gerçeği bulur.”

Mevlana’nın insanı insana anlatmak için verdiği örnekler bazen çok can sıkıcı olabiliyor. Bu noktada çok dikkatli olmak gerek. Çünkü her hikâyenin altında derin bir anlam hatta keskin gözler ve kalpler için o anlamın da ötesinde başka bir anlam barınmakta. Bu yüzden sadece görünene bakarak okursanız bazı misaller sizi fazlasıyla rahatsız edebilir.

Ancak insanın en aşağılık halinin bir ayna gibi yüzümüze tutulduğu bu misallerin her biri- ki kesinlikle hepsini anladığımı iddia edemem- bana nefis denen şeyin ne olduğunu bir kez daha hatırlattı. İnsan nefsinde tüm kötülükleri yapabilecek tüm suçları işleyebilecek bir potansiyel vardır. Yani herkes Kabil kadar suçlu olabilir ancak herkes Habil olmayı seçebilecek kadar cüzi iradeye sahip. Bizi birbirimizden ayıran mutlak özellik de bu değil mi zaten. İyiyi veya kötüyü seçebilme özgürlüğü. Hatta bunun da ötesinde bunu istemek, isteyebilmek.

“Tavus kuşu gibi kanadına bakma… İbret al da o dağ gibi olan Peygambere bak.”

“insanın eli tırnağı olmamalı, eli tırnağı oldu mu ne din düşünür ne doğruluk, insanın belalar içinde ölmesi daha iyidir. Nefis nimeti inkâr eder, sapıktır.”

….

Yine de hayatında hiç Kur’an okumamış, hiç Siyer okumamış birine direk Mesnevi’yi okumasını tavsiye etmem. Mesnevi’ye bir Kur’an tefsiri de diyemem. Belki burada haddimi aşmış olurum ama ben Mesnevi’yi okurken bir tefsir okuyormuş gibi hissedemedim. Çünkü içinde bilgiden çok anlam, mana ve sır vardı.

Mevlana’nın kendisi de bazı misalleri ortasında kesip bundan sonrası anlatılmaz, bundan sonrası sırdır ben söylesem bile siz anlamazsınız diyerek başka bir hikâye anlatmaya devam etti.

Aslına bakarsanız ben Mesnevi’ye sevgiliye yazılan bir hasret mektubu diyebilirim. O öyle bir sevgili ki âşıklar onun bahçesinde yanmaktan, acı çekmekten, küle dönmekten memnunlar. Hatta dertlerinin üstüne biraz daha dert eklenince mutlu oluyorlar. Bu aşk öyle saf ki bütün varlığı yokluktan geliyor. Mevlana da o âşıklardan biri… Tasavvuf; ona gönül verenlerin bu aşk yolunda kendilerinden geçip bir olanda tek olanda kaybolmaları demektir.

“Aşk sebepsiz yeryüzünü titretir. Pak aşk Muhammed (sav) ile eşti.”

“Şeriat şerri defetmek için bir rey kullanır, şeytanı delil şişesi içine hapseder.”

“Kimin hırsı fazla ise yarası fazladır.”

Mevlana da nasıl kaybolduğunu, nasıl eridiğini anlatıp duruyor Mesnevi’de. Kimi zaman bir hikâye ile onu okuyanlara dert yanıyor. Kimi zaman direk Rabbi ile konuşuyor. Kimi zaman bambaşka bir âlemin içinde kaybolup nerede olduğunu, ne anlattığını bile unutuyor.

“Allah yoku var etti ve debdebeli gösterdi, varı da yokluk şeklinde izhar etti. Denizi örttü de köpüğü meydana çıkarttı.”

Bana da böyle bir aşka imrenerek bakmak ve okurken hakiki aşkın içinde kaybolanların anlatmaya çalıştığı şeyden bir katre de olsa bir şey kapabilmeye çalışmak kalıyor.

Evet… Daha söylenecek çok şey olsa da lafı burada bitirmek daha iyi olacak sanırım. Çünkü herkes kendi kalbinde aramalı aşkı… İnsan onu yaratanı sevmezse başka hiçbir şeyi de sevemez…

Bizimle kalın, hoşça kalın…

Yorum bırakın