J, Jack London, roman, T, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Martin Eden: Jack London

“iyi giyimli kimselerin zekânın iktidarına ve güzelliği takdir gücüne sahip olduğunu sanmakla ne büyük aptallık etmişti.”

Güzel günler dilerim Sevgili Meyus Okur

Uzun zamandır büyük bir hevesle okuma sırasını beklediğim Martin Eden’i nihayet bitirebildim ve sonuç benim için hayal kırıklığı oldu diyebilirim.

Gerçekten öncesinde ‘Vahşetin Çağrısı’ gibi bir güzelliği okumamış olsam bu iki kitabı aynı kişinin yazdığını asla düşünmezdim.

Kitap; Amerika’daki işçi sınıfından biri olan Martin’in, ilk tanıştığı andan itibaren büyük bir hayranlık beslediği burjuvazi sınıfına dahil olmak istemesiyle başlıyor. Elbette sınıf farkını kapatmak için var gücüyle okumaya ve çalışmaya başlıyor ve sonunda içindeki yazarı keşfediyor. Dünya çapında tanınan bir yazara dönüşmesinin azap verici süreçlerini okumak da bize düşüyor.

Aşık olduğu genç kız Ruth ise burjuvazinin ete kemiğe bürünmüş canlı hali. Düşünceleri, hareketleri ve konuşmaları tamamen yapay ve öğrenilmiş, içine doğduğu bu sözde entelektüel sınıfı da çok seviyor Martin’den daha çok hem de! Ancak mesele şu ki Sevgili Meyus Okur; aslında Martin Eden de bireyci olmayı veya sosyalistlere ve demokratlara düşman olmayı sonradan öğrendi ve buna uygun hareket etti. Bu durumda onun karşıtlığı, fikirleri ve söylemleri de öğrenilmiş dolayısıyla ezberlenmiş ve belli bir kalıba sokulmuş olmuyor mu? Demek istediğim bir fikre ya da yaşam tarzına karşı çıktığınızda zıt bir dogma yine belli bir kalıba sokulmuş bir yaşam biçimi ve kuralları olan yeni fikirler ortaya çıkmıyor mu?

“Söylemek istediğim şey şu: Beni seviyorsan, beni reddedecek kadar az sevdiğin güne göre, nasıl oluyor da şu anda beni daha çok seviyorsun?”

….

Her neyse diyelim ve devam edelim. Martin Eden cahil ve kaba işçi sınıfından okuyarak kendini kurtarıp, bilgiye ve bilginin gücüne kavuşuyor kavuşmasına ama sonunda kendi benliğini kaybediyor, hayat anlamsızlaşıyor onun için

Ne ait olduğu ya da öyle sandığı işçi sınıfına geri dönebiliyor ne de içine girmeye can attığı aristokrasi sınıfından umduğunu bulabiliyor. Böylece ortada dımdızlak kalakalıyor zavallıcık!

“Açlık çekerken aklına dünyanın dört bir yanında açlıktan ölmek üzere olan insanlar gelmişti, ama şimdi ziyafetten yeni kalkmışçasına toktu ve açlık çeken insanlar zihnini meşgul etmiyordu artık.”

….

Bana kalırsa bu kitap ne iyiydi ne de kötü… vasattı. Belki de Jack London’un anlatmaya çalıştığı şeyi daha önce başka başka kitaplarda çoğu kez okuduğum için bu kitap bana vasat geldi. Çünkü bir sonraki sayfaya geçerken ne geleceğini, yazarın bize ne söyleyeceğini çok iyi biliyordum sanki.

Bir otobiyografi hükmünde olan bu roman Jack London’un gerçek hayatından epeyce esintiler de taşıyordu ve centilmen çevirmenimizin bizler için bir hayli kapsamlı olarak eklediği dipnotlar da çok güzeldi. Sadece dipnotların kitabın sonuna konulmasını değil ilgili sayfanın sonuna eklenmesini daha uygun bulduğumu iletmeden geçemeyeceğim.

Toparlamak gerekirse ‘Martin Eden’ dünyamı değiştirmedi, ufkumu açmadı sadece sinirimi bozdu ki; bu da bir romanı benim gözümde kıymetli hale getirebilir sanırım. Çünkü sizi rahatsız etmeyen bilgi zihninize işlememiş demektir.

Bizimle kalın, hoşça kalın…

Yorum bırakın